MEDENİYETİN TABİATIMIZA AYKIRI OLUŞUMU VE ETKİLERİ
Bir önceki yazım da bozulan dengelerden bahsetmiştim. İnsanın doğadan, doğasından, birlikte geliştiği, gelişmekte olduğu, uyumlu çevresinden, ruhuna ve aklına hitap etmeyen, insanın iştahı, konfor arzusu, kolaylıklar isteği, kazanç elde etme çabası, tüm isteklerini elde etmek, elde ettiklerini koruyabilmek için çalışmak istemesi ve eğitim sistemi de dahil olmak üzere tüm gelişmelerin bu dışsal değişime hizmet etmek üzere kurulmuş olmasının etkilerinden bahsetmeye çalışmıştım.
İnsanların ruhsal gelişiminden, öz yaşamından, etik ve ahlaki değerlerinden ilham almayan bir medeniyetin kuruluşu göz açıp kapayıncaya kadar, tüm canlıları, doğayı ve insanı kapana kıstırmış bulunmaktadır. Bilimsel çalışmalarımız ve tercihlerimiz medeniyeti şekillendirmiştir ve gelinen sonuç ortada devasa bir sorun olarak durmaktadır. Tüm bilimsel buluşlar daha fazla rahat, daha kolay iş görme ve daha fazla kazanmak üzerine yoğunlaşmış, canlıların bütünlüğü, karşılıklı gelişimlerini destekliyor olmaları, halkaların sıkı sıkıya birbirine bağlı olduğu gibi unsurları dikkate almamış olan bir gelişmenin insanlığı nasıl içinden çıkılmaz bir noktaya getirdiğine hep birlikte şahit olduk. Okuyan da ziyan oldu okumayan da, diploması olan da perişan oldu olmayan da, biri üç gün önce oldu diğeri üç gün sonra, bu hiç bir şeyi değiştirmez.
Zamanı verimli kılmak için bize her alanda hız kazandıran makinalarla yaşarken bizim bunlara nasıl uyum sağlayacağımız hiç hesaba katılmamıştır. Modern endüstri çalışanın zihinsel yapısı ile ilgilenmemiş, en hızlı şekilde, en az masraf ile, en iyi verimi alabilmek üzerine kurulmuştur. Şehirler insanın ve doğanın dengesinin devamı ve bunun önemi düşünülerek değil, arsa parselinden en azami geliri elde edebilmek üzerine hesaplanmıştır. Evlerimizin önünde trafiğin ne kadar yoğun olduğuna bakarak taşınmaz mülklere paha biçilmiştir. Benzin kokusu, kamyon gürültüsü ve tüm bunların bizim üzerimizde etkisi hesaba katılmamıştır. Çevremizde yaşayan diğer canlıların yaşam hakları ile ilgili olarak hiç bir etik düşünce esas alınmamıştır. Yaşam standartları giderek yükselmiş, yükselen standartlara uyum sağlamak için daha fazla çalışmak zorunlu hale gelmiş, daha fazla çalışan insan ruhsal olgulardan, duygusal bağlarını korumaktan tamamen uzaklaşmış ve nihayet hasta ve mutsuz olmuştur. Hasta ve mutsuz olan insan sağlık sektörünü şişirmeye yoğunlaşmış, kaybolan evlatlar satılır meta olmuş ve insan kaybolmuştur.
Doğası ile uyumunu kaybetmiş, köklerini kaybetmiş, başını kaldıramayan insan nasıl bir tuzağa düştüğünün farkına bile varamamıştır. Geçen süreçte türlü vaadlerin peşinde koşan insan, zorlandıkça nereden çıkar sağlarım düşüncesine yoğunlaşmış kendi ülkesinin bitkisini ve hayvanını yağmalayanlara destek çıkmıştır.
Yoğun stresin, korkunun, gelecek endişesinin, başarısızlık duygusunun, yılların çabasının boşa gittiğini görmenin verdiği ızdırabın insan psikolojisi üzerindeki etkileri de bilimsel olarak sabit olduğu halde neden hala bakteri ve virüs korkusuna yoğunlaşılıyor hiç düşünmez misiniz?
Tüm bunların içerisinden çıkmanın tek bir yolu var, insan tüm bunların peşinden koşarken rağbet etmesi gereken şeyin para olduğuna inanmaktan vazgeçecek, her şeyin kurumsallaştırılmasını kabul etmeyecek, kurumların şeffaf ve denetlenebilir bir yapıya dönüşmesini talep edecek, paranın tüm gücün sahibi olmak isteyenlerin ortaya attığı bir ilüzyon olduğunu görecek ve diyecek ki, barınmak, yemek, içmek, nefes almak benim en doğal hakkımdır, doğa ile bütünlüğümün korunması benim sağlığımın temelidir, ben bana yetecek normda bir ev ve kendime yetecek kadarını ekip biçebileceğim ekipman ile işlerimi kolaylaştırarak ve daha sağlıklı yaşamak istiyorum. İnsanlar her şeyin yeniden ve kendi denetimleri altında, daha şeffaf bir şekilde düzenlenmesini istemek zorundalar, bunu yaparken de kanaati, diğer canlıların haklarını gözetmeyi merkeze almak zorundalar. Aksi taktirde bu olup bitenler, yaşamakta olduklarımızın giderek hiçte masum şeyler olmadığını çok ağır şekilde deneyimlemek zorunda kalacağız.
Commenti