Bu insanların bir çoğu dürtülerini kontrol etmekte zorlanıyorlar.
Mitchell ve Eckert'ın (1981) yaptıkları bir incelemede hastaların %64'ünün daha önce hırsızlık yaptığı, %32'sinin amphetamin kullandığı ve %55'inin aşırı alkol kullandığı tespit edildi.
Norman ve Herzog (1980) ise bu hastaların hayal-kırıklığı, öfke gibi duygulara karşı sınırlarının çok düşük olduğunu kaydettiler.
Brand-Jacobi ve Pudel (1984) bu hastaların otokontrollerinin belirgin düzeyde düşük olduğunu tespit ettiler.
Blumia hastalarının bir çoğunda Borderline-kişilik bozukluğu görülüyor, bu da hastanın aynı zamanda kendisine zarar verme eğilimi olduğunu gösteriyor.
Hastaların %60 kadarında Depresif belirtiler, moral durumunda instabilite, suçluluk duyguları ve intihar düşünceleri oluyor ve bütün bunlar sıklıkla yeme-kusma ataklarıyla birlikte beliriyor. Yemekten sonra kusma ancak kısa süreli rahatlama sağlıyor ve hemen ardından bitkinlik gözlemleniyor.
Blumia gelişmesinde Anne-çocuk diyaloğunun önemi büyük. Annenin dominant veya aşırı koruyucu oluşu etkenlerden bir tanesi. Anne tarafından sergilenen ''Dişilik'' negatif olarak algılanabiliyor. (Reimer 1996)
Önceye ait ''sevgi nesnesi'' ( bu durumda anne)nin dominant davranışları veya aşırı koruyuculuğu, sevgi ve nefretin içselleştirilmesine neden oluyor. Bu zıt duygular (libido ve agresyon) ise içsel olgunlaşmayı engelliyor ve otonomi için gerekli olan, iyi ile kötünün birleştirildiği kırılgan bir yapı oluşturuyor. Bu durumun semboliği ise blumia hastasının iki zıt davranışında saklıdır: Aşırı şekilde yeme isteği ve şişmanlamaktan korkma!
Yeme atakları hasta için hem teselli hem de var oluş hissi verir. Bu nedenle bir blumia hastasının şu sözleri önemlidir: Eğer yeme atakları olan bu hastalığım olmazsa başka neyim var ki, bu durumda ben ben olabilir miyim?
Bir başka deneyim örneği olarak bir çocuğun sık sık yemekle avutulması düşünülmelidir. Böyle bir çocuk ilerleyen yaşlarda da moral bozukluklarını yemekle dengelemeye çalışacaktır. Bu durum özellikle stresle başetme yöntemi olarak başka bir davranışın öğrenilmemiş olması halinde geçerlidir. Örneğin bir çocuk, aç olsun veya olmasın masaya konulanı yemek zorunda bırakılır ve bu yeterince sık tekrarlanırsa, çocuk normal bir açlık ve doyma hissi arasındaki farkı kaybedecektir. Bu ise beslenme sorunlarını tetikleyecektir.
Blumia hastalarının aile yapısında ağır yükler bulunuyor yada agresif veya depresif bir kişi yüzünden yaşanılan kronik bir korku. cinsel istismar ise nadir sayılmaz. Bu hastaların ebeveynlerinde alkol veya ilaç bağımlıları da sık görülüyor, bu insanlara tam anlamıyla ''yaşam hakkı tanınmamış oluyor''.
Hastalar genellikle çocukluk dönemlerinde sevdikleri, güvendikleri insanlardan aldıkları bu olumsuz etkilerden dolayı, iyi ile kötünün arasında kalıyorlar, içselleştirdikleri bu iki olgudan ''kötü'' olandan kaçamadıkları için kendilerine de zarar vermeye başlıyorlar.
Bunlar psikolojik etkenlerden yalnızca örnekler teşkil eder ve her kişi için geçerli olmak zorunda değildir.
Comments