BİR KURBAN AÇISINDAN ORGAN NAKLİ
Renate Greinert
Saygı değer Baylar ve bayanlar, ben inisiyatifin bir üyesiyim: ‘’Organ bağışı konusunda eleştirel açıklama’’, bu inisiyatif çocuklarını organ bağışçısı yapan ebeveynler tarafından kurulmuştur.
Tamamen aydınlatışmamış olarak ve kararımızın sonucunu göremeyerek, neticede çocuklarımızın huzur içerisinde ve korunaklı ölümüyle değil, yalnızca üçüncü bir kişinin yaşatılması ile ilgilenecek olan bir yola tıp insanlarının bizi sürüklemesine izin vermiş olduk.
Neye ‘’evet’’ dediğimizi farkettiğimizde, o zamanlar bilmediklerimizi başka ebeveynlere bildirmeye karar verdik. Bu hayatımızın acı dolu ve mahrem bir alanı ve aslında yabancı insanlara giriş izni olmaması gerekiyor fakat biz madur ebeveynler bu konuda konuşmazsak, tıpçılar organ bağışını yalnızca yapılabilirlik ve imkanlar bakış açısından anlatarak, organ naklinin hayat kurtardığını savunmaya devam edecekler. Organ bağışı ölümün ötesine geçen bir diğergamlık olarak görüldüğü için, düşüncesizce ölümsüzlük olarak algılanmaya devam edecek.
Yine de, transplantasyon tıbbı için ön koşul, ölüm döşeğinde dakikaları, saatleri veya günleri kalmış ve artık yaşam gücünün kendisine yetmediği yerde, başkaları için yetecek kadar güç barındırması ile bir insanın ölmesidir. Bağışçı anılmadan ve tanınmadan organları alındıktan sonra karanlıkta kayboluyor. Organ alan hiç kimse, bir insanın ölürken, yaşayan organları bağış olsun diye bir kez daha ameliyat masasına yatırılıp bağlandığını düşünmüyor.
Transplantasyon tıpçıları ise yanıp sönen sahne ışıklarının altında duruyorlar. Doktorların renkli ışıklarla önlerinde taşıdıkları diğergamlık panelinde ‘’her ne pahasına olursa olsun yaşamak’’ yazıyor.
Diğergamlık transplantasyon tıbbı tarafından tek yönlü olarak kullanılıyor ve organ bağışçısı ve yakınlarını sonu kabusla biten bir çıkmaz sokağa sürüklüyor.
Transplantasyon tıbbı sayesinde modern bir kanibalizmin içerisinde bulunuyoruz. İnsan artık karşısındakinin kalbini kendi elleri ile söküp alıp, güç kazanmak için ısırıp yemiyor, hayır, günümüzde insan artık ameliyat masasına yatıyor, gözlerini kapatıyor ve kendisini diri diri yemelerine izin veriyor.
Biz bir organ vermeye razı olmuştuk, tıpçıların oğlumun kalbini, karaciğerini, böbreklerini ve gözlerini aldıklarını, hatta kalça kemiklerini vücudundan kesip çıkardıklarını, bunların tek tek parçalar halinde avrupaya dağıtıldığını ve neticede geridönüşüm malzemesi olduğunu sonradan öğrendik.
Bundan sonra yıllar boyunca transplantasyon tıbbına dair her enformasyonu biriktirdim. Cevap arayışımda özellikle de Hannover tıp fakültesi transplantasyon doktorları şüphelerimi ve kritize edici sorularımı, sağlıklı düşünemeyecek kadar ‘’fazla etkilenmiş’’ olarak değerlendirerek geri çevirdiler.
Ağzımı öldürmek için beni mahkeme ile, yasal adımlarla tehdit ettiler. Oğlumun organ bağışı hakkında yapacağım her kamuoyu açıklaması için 1000 DM ile cezalandıracaklarını söylediler. Hiçbir şeyden çekinmeyen, şahsi yasımı tutarken ve kritize ederken yanımda duran ailem olmasaydı belki pes ederdim.
Hannover gazetesinde bir yazım, medya ve organ bağışçısı yakınlarının akın etmesine yol açtı.
Beni ikna etmeye çalıştıkları gibi bir istisna olmadığımı anladım. Bütün bu insanlar tıpkı benim gibi yeteri kadar aydınlatılmamış ve hatta yanlış bilgilendirilerek manipüle edilmişlerdi.
Bütün organ bağışçıları çocuklarının, ölü olmaktan anladıkları şekilde ölü olduklarını varsaymışlardı. Ama hepsi de çocuklarının o an soğuk, katı, cansız ve nefessiz olmadığını hatırlıyorlar. Aksine onlar sıcaktı, bazıları terliyorlardı, tıpkı diğer hastalar gibi bakılmaktaydılar.
Korku ve dehşet, onlardan erken vazgeçmiş olmanın suçluluğu ile dolmuşlardı, çünkü vazgeçilen bir canlıydı ve bir ölü değildi. Kimse onların yakınlarını bu kabustan çıkaramaz, çünkü hiç kimse onları orada bıraktıklarının sıcak ve yaşayan bedenler olmadıklarına inandıramaz. Bu anlamda yaşanmış ve kelimenin tam anlamıyla ‘’anlaşılmış’’ gerçek ‘’beyin ölümü’’ tanımlamasının yanından geçip gidiyor. En kötüsü de ebeveynlerin, çocuklarının organları alınırken muhtemelen hissetmiş olabilecekleri acıyı düşünmeleri oluyor. Anneler çocuklarının kendilerine bağırdıklarını ve beni terkettin suçlamasında bulundukları kabuslar görüyorlar. Ve aynen de bunu yaptık. Onları ölüme uğurlayan biz değildik, transplantasyon timi idi, her biri bir diğerinin arkasından, kendi organlarını almak için içeri giriyordu.
Ameliyat masasına bağlanmış ve her hasta gibi anestezi verilmiş oldukları halde, bedenlerine ilk kesik açılırken, bazı bağışçıların tansiyonları yükseliyordu, normal hastalarda bu ‘’acı’’ hissettiğinin işaretidir. Çocuklarımız da, kendileri çenelerinden aşağı doğru bütün bedenleri kesilip iki parçaya ayrılırken ve buz gibi bir çözelti ile doldurulmak üzere ikiye yarılırlarken acı hissetmişler miydi? Organlarının kalitesi değerlendirilirken bir şey hissetiler mi? Bu sorular hakkında cevap ararken edindiğimiz Bütün bilgiler, bütün enformasyonlar çocuklarımızın o an ölü olmadıklarını, yalnızca ölmek üzere olduklarını doğruluyor.
Ölümcül darbe nedeniyle şikayetlerin engellenilmesi için 1968 yılında Harvard Medical Report’ta geridönüşümü olmayan koma hastaları ‘’beyin ölümü’’ olarak değerlendirildi ve bu ‘’kişinin ölümü’’, ‘’bireyin ölümü’’ olarak kabul edildi. Geri dönüşümü olmayan komaya hakkında yapılan bu yeni tanımlama ilk önce Amerikada, bu insanların kalp bağışçısı olarak kullanılabilmesini meşrulaştırdı.
Beyin ölümü yaşayan kadınlar çocuk doğurabiliyorlar, erkekler ereksiyon yaşayabiliyorlar. Beyinlerinde elektrik akımı ve hipofizlerinde hormon üretimi var. Dış uyaranlara tepki verebiliyorlar, bazı hastalar kol ve bacaklarını oynatabiliyorlar. Beyin ölüleri dik oturup boğazlarından gargara sesi çıkarabiliyorlar. Kalpleri atıyor ve teknik destek ile nefes alıp veriyorlar. Sıcaklar, metabolizmaları çalışıyor. İnsanları ‘’yarı ölü’’ olarak tanımlayan yeni tıp değil, yeni ihtiyaçlara hizmet eden teknolojik imkanlardır. Bu imkanlardan sonra artık insan en zayıf ve korumaya en muhtaç olduğu durumda, ölüm döşeğinde artık bir başka tanımlama ile kendini koruyamayan fakat o an’a kadar hiç olmadığı kadar soyulabilecek bir obje olmuştur. Onun o zamana kadar bireysel dünyası için doğal olarak kabul edilmiş, kendi, rahatsız edilmemiş, bireysel ölüm hakkı artık organ bağışı görevi olarak tanımını değiştirmişti.
Her insanın bireyselliği bedeninin her hücresine kadar ulaşır ve bağışlanmış organda dahi bulunmaktadır. Yüksek doz kortizonlarla bu yabancı organı kabul etmesi için alıcı bedene baskı uygulanarak doğa kandırılmaya çalışılır. Sonuçlar değişmez. Sürekli verilen kortizon diğer organları da hasara uğratır. Yabancı organ her şeye rağmen reddedilmeye devam edilir. Mantarlar, virüsler ve bakteriler, sağlıklı bir bedenin savunma sistemi tarafından savaşılırken, bu bedende rahatça çoğalırlar. Bir çok organ nakli uygulanan hasta acılar içerisinde enfeksiyon nedeniyle ölür. Çünkü yabancı organı kabul etmesi için kortizonla susturulan savunma sistemi enfeksiyonlara karşı da bir şey yapamayacak durumdadır.
Transplantasyon tıbbına karşı, bağışçılara ve organ nakli alanlara karşı yapılabilecek tek alternatif hepimiz için ‘’ölümün kabulüdür’’. Ben, bir organı kabul etmeyerek kendisini ölüme ayarlayan insan yaşamı kalitesinin, sağlıklı bir insanın yaşam kalitesinden daha fazla olabileceğini öğrendim. Oğlumun ölümünü kabul etme gayretim amacına ulaştı. yaşamı bana öğreten şey bir kabus oldu. Transplantasyon tıbbına olan güvenimi kaybettim fakat kendi ölümüm hakkındaki hayalimi kazandım. Ve bunun için mutluluk duyuyorum.
……………..
2000 yılında 15 yaşındaki oğlunun organlarını bağışlayan Renate Greinertin açıklamalarıydı bunlar. O birkaç saat sonra dehşet içerisinde oğlunun bedenine neler yapılmış olduğunu görmüştü.
Dr. Max Otto Bruker, ‘’sipariş üzerine ölmek, organ almanın gerçekleri’’ hakkındaki kitabında uyarıyor: doğum ve yaşam çok özel bir şeydir, ilahidir. Mesleğimin bana öğrettiği o’dur ki ölüm de öyledir. Özellikle ölmekte olanı, analiz edilmeyen ve hala yaşamın bütün belirtileri ile dinlemek ve hissetmek mümkündür. Karar veren politikacılar ve ‘’uzmanlar’’ın, bütün organların alınmasını nasıl da normal kabul ettiklerini ve ilerleme olarak değerlendirdiklerini görmek dehşet vericidir. Aynı şekilde ‘’beyin ölümü’’ tehşisinin kalıcılığı da bu katliamın oldurulabilirliği açısından değiştirilmeyişi dehşet vericidir.
TRANSHÜMANİZM VE AŞILAR
Transhümanizm, insan ve teknolojinin birleştiği ve ruhsuz akıllı makinelerin yaratıldığı fütüristik bir kavramdır. Bütünleştirici devrelerin kullanımıyla yeni bir insan türünün gelişimini destekleyen bir harekettir.
"İnsan sonrası çağ için insani güçlendirme" olarak adlandırılan trans hümanistler, insanlığın yalnızca makinelerle geliştirilebileceğini varsayarlar. Hasar yok. Bozulma yok. Baskı ya da tahakküm imkânı yok. İnsanlık sonrası bir dünyada, bildiğimiz şekliyle insanlık modası geçmiş olacak.
2012 yılında Yapay Zeka öncüsü Ray Kurzweil, Google'da Mühendislik Direktörü ve Baş Fütürist oldu. Makinelere öğrenmeyi öğretmek için projeler üzerinde çalışmak üzere işe alındı. Kurzweil, 2030 yılına kadar teknolojik ilerlemelerin küçük nano-botları kan dolaşımına enjekte etmeyi, kan-beyin bariyerini aşmayı ve beyne entegre olmayı mümkün kılacağını öngörüyor. İnsan beyni daha sonra "bulut" a bağlanabilir ve asla mümkün olmadığı düşünülen bir parlaklık seviyesi yaratılabilir. İddiaya göre. Özünde biyolojik varlıklar "biyolojik olmayan varlıklar" haline gelir. The Singularity is Near: When Humans Transcend Biology adlı kitabında Kurzweil şöyle diyor: "Gelecekte insanlar ve makineler arasında veya fiziksel ile sanal gerçeklik arasında hiçbir fark olmayacak."
Ancak beyinlerimiz buluta yükselebilirse, bu yalnızca bulutun içindekilerin beynimize itilebileceği anlamına gelir. Öyleyse soru şu: erişmemize izin verilen belirli bilgileri kim kontrol ediyor? Bize neyin indirileceğini kim belirler?
İnsan beyni üzerinde kontrol arayışı
Eski Başkan Obama 2013 Birliğin Durumu konuşmasında, beyin haritalama teknolojilerine yatırım yapma planını duyurdu. Yenilikçi Nöroteknolojileri Geliştirerek Beyin Araştırması anlamına gelen BRAIN adlı 100 milyon dolarlık bir girişim başlatıldı. Allen Institute for Brain Science, Howard Hughes Medical Institute, Salk Institute for Biological Studies ve Kavli Foundation and Institutes gibi çeşitli kamu-özel sektör ortaklıkları finanse edildi. Vergi dolarlarımız da bu projeyi finanse etti. Devlet görevleri dahil:
1. Beynin düşünceler, duygular ve anılar üretme yeteneğini anlamak için büyük verilerin nasıl kullanılabileceğini araştırmak için Ulusal Bilim Vakfı'na milyonlarca ABD doları
2. BRAIN girişimini desteklemek üzere eğitim araçları ve kaynakları geliştirmek için Ulusal Sağlık Enstitülerine (NIH) 40 milyon ABD doları
3. İleri Savunma Araştırma Projeleri Ajansı (DARPA), dinamik sinirsel ve sinaptik aktiviteyi yakalamak ve işlemek için araçlar geliştirmek üzere 50 milyon dolar aldı
Bu ve diğer fonlarla DARPA, 2016 yılında NESD (Sinir Mühendisliği Sistem Tasarımı) programını geliştireceğini duyurdu.
Bir sonraki seviye beyin-bilgisayar arayüzü (BCI) olarak bilinen NESD sistemi, beyin aktivitesini, insanların basitçe düşünerek makinelere kablosuz olarak bağlanmasını sağlayan ikili koda dönüştürmek için tasarlanmıştır.
Bu araştırmadan, TSSB ve travmatik beyin yaralanmalarının (TBI'lar) tedavisinden beyin tarafından etkinleştirilen dış iskeletlere ve protezlere manevra yapılmasına kadar birçok harika tıbbi uygulama ortaya çıkabilse de, bu araştırmanın nasıl çabucak karardığını görmek çok az hayal gücü gerektiriyor. Ya da daha doğrusu olumlu bir şey için geliştirilmedi.
Peki ya post-insan dünyası iyileştirmeleri kurumlara, bireyin zararına olacak şekilde fayda sağlayan güçlü mekanik humanoidler tarafından domine edilseydi ne olurdu?
Biyonik insanların yaratılmasının itici gücü ekonomi, kültürel değişim ve askeri hakimiyet olacak mı?
Post insanlar daha uzun yaşayacak ve küresel vatandaşlar olacak, insanlığın Birleşmiş Milletler tarafından yönetilen ve küresel sürdürülebilirlik gündemine göre yönetilen tek, politik olmayan bir kimlikle birleşeceği bir gelecek.
Biyonik insanlar kendi türlerinden yaratıklarla bağ kurmak zorunda bile değiller. Hayvan klonlama ve embriyonik kök hücre teknolojilerindeki gelişmeler, insan klonlamasını gerçeğe yaklaştırıyor ve üreme ihtiyacını ortadan kaldırıyor - gezegensel aşırı nüfus hakkındaki küresel endişeleri tatmin ediyor.
Daha fazla işçiye mi ihtiyacınız var? Bunları fabrikada inşa edin - ikramiyeye, tatile ihtiyaç duymazlar ve 7/24 çalışabilirler. Önce nüfusu en aza indirin, sonra yapay köleler yaratın, bu mantıklı!
DNA aşıları: insanlar ve hayvanlar üzerinde kalıcı manipülasyon
Bir tür genetik mühendisliği olan DNA aşıları ilk olarak 1990'ların başında yapıldı.
Örneğin herpes'ten küçük bir DNA parçası, plazmid adı verilen bir bakteri "baloncuğuna" yerleştirilir. Plazmid yüklü aşı enjekte edildiğinde, hücresel bağışıklık sistemi yabancı proteini (plazmid + viral DNA parçacığı) ortadan kaldırmaya hazırlanır ve aynı zamanda humoral bağışıklık sistemi viral DNA'ya karşı antikorlar üretir.
Uçuk vücuda girdiğinde, hafıza T hücreleri ve B hücreleri ona saldırmak, onu ortadan kaldırmak ve enfeksiyondan kaçınmak için birlikte çalışır.
Bu süreç problemsiz değildir.
DNA parçacığı, konağın DNA'sına yerleştirilebilir ve bu da kromozom dengesizliğine neden olur. Mutajenik etki onkojenleri aktive edebilir. Bu, kansere yol açan tümör baskılayıcı genleri kapatır. Genetik ifade, genlerin proteinler yarattığı süreçtir. Genetik aşırı ekspresyon, proses "hileli" hale geldiğinde ve çok büyük miktarlarda yabancı protein ürettiğinde meydana gelir, böylece insan dokularını hem akut hem de kronik enflamasyonlarla yok eder.
Plazmit DNA, aşı alıcısının DNA'sına çok benzer olabilir. Anti-DNA antikorları, benzer DNA dizileri ile insan organlarına saldırabilir. Sonuç, yaklaşık 100 farklı hastalığın nedeni olarak açıkça tanımlanmış ve en az 40 diğer kronik ve potansiyel olarak yaşamı tehdit eden hastalığın nedeni olduğuna inanılan bir otoimmünitedir. Bilim kurgu gibi görünen bir sorun, DNA aşılarının gıda üreten hayvanlar üzerinde kullanılmasıdır. Yabancı DNA, bir hayvanın DNA'sına yerleştirilebilir ve sonunda insan gıda tedarikinde bulunabilir. Plazmid DNA, hayvanın mikroflorasına müdahale edebilir ve muhtemelen hayvanın dışkısındaki çevresel mikroflorayı bile dönüştürebilir.
Bu seviyedeki genetik manipülasyon, DNA aşılarını trans hümanistler için rüya gibi bir araç haline getiriyor. Biyotik insan vücudu parçaları üzerinde çalışan çok sayıda şirket ve öldürücü robotlar yapmak için çalışan DARPA ile, insan DNA'sını iyileştirmek için DNA aşıları geliştirmek sadece bir adım ötede. Aslında, ABD merkezli bir şirket olan Editas Medicine, Kasım 2015'te DNA'sı genetiği değiştirilmiş ilk kişilerin denemelerinin oldukça ilerlemiş olduğunu duyurdu.
Robotlar düşünebilseler, hissedebilseler ve vicdanları olsaydı, bu onları insan yapar mıydı? Yoksa genetik materyalin eksikliği her zaman onun insan dışı görünmesine neden olur mu? İnsan genlerini ve özelliklerini makinelere eklemek için yapay zeka, nanoteknoloji ve DNA aşılarının birleşimi artık sadece filmler için değil. İnsanlar ne zaman artık insan değil?
Aşı tavsiyeleri zorunlu hale gelirse ve 30 eyalet zorunlu aşılar için bastırıyorsa, bunları reddetme hakkınızı saklı tutuyor musunuz?
コメント